Ya’kûb-i Çerhî, aslen Afganistan üzerinde bulunan Logar (Lûgerd) iline bağlı Çerh köyündendir. Ya’kûb-i Çerhî’nin babası, yine çok takvâ ehli olan bir kimseydi. Onun ataları ise Çerh dolaylarında Serrez köyü üzerinde yaşam sürmüştü.
Ya’kûb-i Çerhî’nin ilme ve ilim tahsiline yönelmesi ise çok gençken olmuştur. İlme yönelmesine ise aslında görmüş olduğu bir rüyâsı vesile olmuştur. Gençken rüyasına Hızır’ın girmiş olduğunu ve onun tavsiye etmesi üzerine ilim tahsiline başlamış olduğunu dile getirmiştir. Bu noktada ilim tahsili için Ya’kûb-i Çerhî, bir dönem kadar Herat üzerinde dinî eğitim almıştır. Ayrıca Ya’kûb-i Çerhî’nin ölüm tarihi, kaynaklar içerisinde 838 ya da 851 yılı olarak gösterilmiştir. Bu tarihler ise sırasıyla 1434 ile 1447 yıllarına tekabül eder.
Ya’kûb-i Çerhî’nin İlmî Tahsili
Ya’kûb-i Çerhî’nin ilmî tahsili, yukarıda da değindiğimiz gibi gençken Hızır (a.s.)’ı rüyasında görmesi ve ondan, ilme başlaması yönünde tavsiye alması ile başlamıştır. İlim tahsili için öncelikle Herat üzerinde dinî eğitim almıştır. Sonra 782 senesinde Buhara üzerine gitmiş ve burada fıkıh ile tefsir okumuştur. Ayrıca yine buradayken fetva verme hususunda icâzet almıştır. Bir vakit sonrasında ise Mısır üzerine gitmiştir. Burada ise Şehâbeddîn es-Sayrâmî isimli hocanın bir talebesi olmuştur. Ayrıca Zeyniyye tarikatının pîri olan Zeynüddin el-Hâfî, bu süreçte ders arkadaşlarından biriydi. Çerhî, Buhara üzerine döndüğü zaman ise Bahâeddîn Nakşibend’e intisap etmiştir. Ancak onun vefat etmesi üzerine tam on bir sene kadar halifesi olan Alâeddîn Attâr’ın verdiği sohbetlere katılmaya devam etmiştir.
Daha sonrasında 802 senesinde Alâeddîn Attâr’ın da vefat etmesinden sonra Hisârışâdmân yakınlarında olan Hülgâtü köyü üzerinde kurmuş olduğu tekke çerçevesinde irşad faaliyetlerine başladı. Bahsi geçen Hisârışâdmân ise bugün Tacikistan ülkesinin başkenti olan Duşanbe’nin olduğu yerdedir. Bu süreçte ise en önemli müridi, bu Nakşibendiyye’nin yayılması onuşunda büyük hizmet vermiş olan Übeydullah Ahrâr isimli mürididir.
Ya’kûb-i Çerhî’nin Vefatı Hakkında
Ya’kûb-i Çerhî’nin vefatı hakkında kaynaklarda geçen bilgiler, iki farklı tarihe işaret eder. Kaynaklarda 838 ya da 851 senesinde vefat etmiş olduğu gösterilmektedir. Ancak bu tarihler içerisinden daha çok 851 yılı baz alınır ve bu yıl içerisinde vefat ettiği kabul edilir. Onun kabri ise Hülgatû köyü içerisinde bulunmaktadır. Afganistan’ bağlı Çerh kasabası içerisinde halkın ona ait olduğunu sandığı mezar ise aslında onun atalarından bir tanesine aittir.
Bu konuda Dârâ Şükûh, Çerh kasabasından geçtiği sırada Ya’kûb-i Çerhî’nin atalarından bazılarına ait olan mezarların ziyaretinde bulunduğunu dile getirmiştir. Ya’kûb-i Çerhî, tıpkı Tacikistan üzerinde olduğu gibi onun asıl vatanı Afganistan üzerinde de büyük bir saygı ve hürmet ile anılmaktadır.
Ya’kûb-i Çerhî’nin Soyu
Ya’kûb-i Çerhî’nin soyu ile ilgili rivayet edilen bazı bilgilerden de bahsetmek gerekiyor. Öncelikle onun bir oğlan evladının henüz on yedi yaşında olduğu zaman vefat etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca tekkesinde Yûsuf ismindeki bir diğer oğlu onun yerine geçmiştir. Ya’kûb-i Çerhî’nin hilâfet vermiş olduğu müridleri arasında ise şu isimler kaydedilmiştir: Muhammed Kuhistânî, Yûsuf Baykûlî, Abdullah Berzişâbâdî… Ancak bu isimlere hilafet vermiş olsa bile Nakşibendiyye tarikatı, aslında Ubeydullah Ahrâr isimli zât ile devam etmiştir.
Ya’kûb-i Çerhî’nin soyu ile ilgili olarak bilinen bir başka bilgi ise XVIII.yüzyıla dek Hindistan üzerinde onun soyundan gelmiş bazı kimselerin yaşadığını göstermektedir. Şair olan Abdülkâdir Bîdil, bu kişiler içerisinde yer alan Seyyid Mahmûd isimli zât ile görüşmüştür. Ayrıca Çerhî’nin neslinden gelme bir diğer kimseye ise İmâm-ı Rabbânî’nin halifelerinden olan Muhammed Hâşim-i Kişmî’nin zikir telkin etmiş olduğu belirtilmektedir.
Ya’kûb-i Çerhî’nin Dinî ve Tasavvufî Görüşleri
Ya’kûb-i Çerhî’nin dinî ve tasavvufî görüşleri ile ilgili olarak onun öncelikle sâlih kimselerle sohbet etmeye önem verdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca onun fikrine göre bu sayede insan gönlü mâsivâdan kurtulabilirdi. Çerhî, hafî zikrin, aşırı bir savunucusuydu. Bununla beraber o, tasavvuf yolunda bazı kimselerin mücâhede ve riyâzet usulünü seçtiğini ve bazı kimselerin mücâhedeye devam etmekle beraber Allah’ın sunacağı lütfa daha fazla güvendiğini söylerdi. Ayrıca bu ikinci gruba dahil kimselerin, amaçlarına daha hızlıca ulaşabileceğini de dile getirirdi.
Ya’kûb-i Çerhî, râbıtanın ise tüm müridlere değil de yalnızca kabiliyeti bulunanlara tavsiye edilmesinin lazım geldiğini belirtmiştir. Ayrıca bununla beraber mânevî halini başka kimselerin anlamaması adına sûfî kimsenin halk arasında sıradan bir kişiymiş gibi davranmasını; sanki boynu bükük şekilde bir derviş edasında durmaması gerektiğini tavsiye etmiştir. Haricinde Çerhî’nin bu tasavvufî anlamdaki görüşünde ricâlü’l-gayb kavramının oldukça önemli olan bir yeri bulunmaktadır.
Ya’kûb-i Çerhî’nin Eserleri
Ya’kûb-i Çerhî’nin eserleri, tasavvuf ve ilmî konularda kaleme alınmış olan eserlerdir. Bu eserlerle ilgili kaynaklar içerisinde bazı bilgiler geçmektedir. Ayrıca eserlerinin bazıları, farklı yerlerde kayıtlı ve saklı tutulmaktadır. Bu eserleri şu şekilde örneklendirilebilir:
- Risâle-i Ünsiyye: Bu eser, tasavvufî anlamda eğitimi, abdestli olmanın faziletini, nâfile namaz ve hafî zikir gibi bazı konuları anlatmaktadır. Eserin son bölümü içerisinde ise Alâeddîn Attâr ve Bahâeddîn Nakşibend’e ait olan birtakım sözler yer almaktadır.
- Risâle-i Abdâliyye: Bu eserde velî kimselerin özellikleri, Hızır (a.s.), kutub, abdal ve gavslar gibi ricâlü’l-gayb işlenmektedir. Ayrıca eser, Alâeddîn Attâr ile Bahâeddîn Nakşibend ile ilgili bazı kısa bilgiler de vermektedir.
- Havrâ’iyye: Bu eser, Ebû Saîd-i Ebü’l Hayr’ın “havrâ” sözcüğü ile başlayan ünlü rubâîsinin Farsça dilindeki şerhidir.
- Tefsîr-i Ya’kûb-i Çerhî: Bu eser, Fâtiha sûresi ile birlikte Kur’ân’ın sondaki iki tane cüzünün tefsiri şeklindedir. Bu eserin hazırlanmasında, hem Kevâşî’ye ait “et-Tebsıra” ve Zemahşerî’ye ait “el-Keşşâf” eserinden hem de başka tasavvuf ve tefsir kaynaklarından yararlanılmıştır. Ayrıca bu kitap, Mesnevî beyitler ile beraber zenginleştirilmiştir.
- Risâle-i Nâ’iyye: Bu eser, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin başında yer alan neyle alakalı beyitleriyle Şeyh Dakûkî ve Gaznevî Serrezî’nin kıssalarının bir şerhi şeklindedir.
- Şerh-i Esmâ’ü’l-hüsnâ: Bu eser, küçük bir risâledir. Rânchâ tarafından da Dâniş isimli derginin aynı sayısı içerisinde neşredilmiştir.
- Risâle der ‘İlm-i Ferâ’iz: Bu eserin bir tane nüshası, Taşkent üzerindeki Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi içerisinde bulunmaktadır.
- Şerh-i Nisâbü’s-sıbyân li’l-Ferâhî: Bu eser, Ebû Nasr Ferâhî’nin evlatlarının Arapça dilini kolaylıkla öğrenebilmeleri amacıyla yazmış olduğu “Nisâbü’ş-sıbyân” isimli Arapça ile Farsça olan manzum lügatının bir şerhi şeklindedir.