Ebû Ahmed El-Kalânisî, bazı kaynaklar içerisinde “Râzî” olarak anılır. Bu şekilde anılmasına bakarak “Rey” üzerinde doğmuş olduğu tahmin edilmektedir. Irak ekolü içerisine dahil edilir. Bunun altında yatan neden ise ilâhî sıfatları görüşü çerçevesinde tutuyor ve kabul ediyor olmasıdır. Bu durum ise bu İslâm âliminin Bağdat ilim çevresi içerisinde yetişmiş olduğunu doğrular. Ayrıca Ebû Ahmed El-Kalânisî, hem Hâris el Muhâsibî’nin hem de İbn Küllâb’ın bir takipçisi olduğu bilinir. Bunun dışında ehl-i hadîs ile Sıfâtiyye kelâmının da öncüleri arasında yer alan bir isim olduğuna dair bazı bilgiler mevcuttur.
Takipçisi ve öncüsü olduğu düşünce ve ilim ortamları üzerinden yola çıktığımızda ise bu İslâm âliminin III.yüzyılın tam olarak ikinci yarısı içerisinde yaşadığı düşünülmektedir. Ayrıca Eş’arî’nin kaleminden çıkmış “Makalât” eseri içerisinde ismi geçmediğinden dolayı da çağdaş kabul edilir. Bunlara göre ise büyük ihtimalle IV.yüzyılın tam olarak başlarında öldüğü söylenebilir. Ancak onun çağdaşı olan Asâkir’in Kalânisî’nin ismini farklı zikretmesi ve Kalânisî’nin ailesinden tam üç tane ayrı âlim ismini vermesi, bir ad karışıklığına neden olmuştur. Mâtürîdî âlimleri arasında olan Pezdevî’nin dile getirmiş olduğu Ebû Sehl el-Kalânisî, bu meseleyi biraz daha karışık bir şekle getirmiştir. Neticede bu İslâm âliminin Eş’arî’den sonraki bir dönem içerisinde yaşamış olduğu düşüncesi zayıflatılmıştır.
Ebû Ahmed El-Kalânisî Eserleri
Ebû Ahmed El-Kalânisî eserleri ile ilgili olarak kelâm ilmi üzerine tam 150 adedin üzerinde eseri olduğunu söyleyerek söze başlayabiliriz. Özellikle de âlimlerden Mu’tezile görüşündeki Nazzâm’a karşı pek çok kitap ve ayrıca risâle türünde pek çok sayıda reddiye kaleme almıştır. Ancak bu kadar çok sayıda eseri olsa da pek çoğunun adı bilinmemektedir. İslâm’a ve kelâm ilmine pek çok katkısı olmuş olan Kalânisî’nin ismi bilinen eserleri ise sadece şunlardır: Kitâbü’l-Câmi, el-Makalât. Bu eserlerden ilkinin bilgisine Nesefî’nin kaynağından ve ikincisinin bilgisine ise Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin kaynağından ulaşırız.
Ebû Ahmed El-Kalânisî Görüşleri
Ebû Ahmed El-Kalânisî görüşleri konusunda genellikle İbn Küllâb’ın görüşlerine paralel çizgide yer aldığını söyleyebiliyoruz. Kaynaklar bu durumu göstermektedir. Ancak her ne kadar bazı kaynaklar bunu doğrulasa da bu zikredilenler Kalânisî’nin kelâm üzerine düşüncelerini ortaya koyabilme noktasında bit bütünlük vermemektedir. Örneğin o, varlık üzerine görüşünü bir temele dayandırırken nesnelerin girmiş olduğu özellikleri, tam olarak üçlü şekilde bir tasnife dayandırır. Bu düşüncesi de dikkat çekicidir.
Ebû Ahmed El-Kalânisî görüşleri çerçevesinde bu düşüncesinde bir varlık, üç şekilde açıklanabilir. Bunlardan birincisinde söz konusu varlık, “şey”, “zât” ve “mevcut” gibi direkt nesnenin kendine ait olan ve tüm varlıklar açısından da geçerliliği bulunan sıfatlar alabilir. İkincisinde ise varlık, “ma’bûd” ile “müteharrik” gibi kendinin ya da başkasının bir fiili sebebiyle nispet edilen sıfatlar alır. Üçüncüsünde bunlar dışında varlık, “muhdes” gibi diğer bir fâilin tasarruf ve iradesi sebebiyle sıfatlar alabilir. Ayrıca bu İslâm âlimi, genel düşüncenin zıttına arazların bir cisim ile iç içe şekle geçmesini ve bununla beraber benzer olan iki ayrı nesnenin birtakım vasıflarda değişiklik-farklılık göstermesini de mümkün görmektedir.
Kalânisî’nin Yaklaşımı
Kalânisî’nin yaklaşımı doğrultusunda haberi sıfatlar içerisinde tıpkı Hâris el-Muhâsibî ile İbn Küllâb gibi ayrımlar yaptığını görüyoruz. Bu ayrımlara göre “ulüv” sıfatını, insan aklı ile kavranabilen ve “istivâ” sıfatını ise sadece haber ile bilinebilecek olan sem’î olan bir sıfat şeklinde sayar. Allah’ın hem zâtı hem de sıfatları arasında kurduğu ilişki üzerine ise Ehl-i Sünnet ile Kerrâmiyye arasında olan bir yaklaşım takip eder. Bu düşüncesine göre ise Kalânisî, söz konusu aynîlik-farklılık konusundaki tartışmaya da hiç girmeden sıfatın ve zatın birer “şey” olduklarını söylemekle yetinir. Ayrıca bu düşüncesinin de itikadî bakımdan bir sorun teşkil etmediği görüşünü savunur.
Kalânisî’nin yaklaşımı, kelâm sıfatının üstünde bilhassa duran bir yaklaşım şeklidir. Kelâmın bu noktada Alllah’la ilgili ses ile harflerden münezzeh, fiziksel ile sükût bir engele aksi bir mana taşıdığını ileri sürer. Ancak işitilen özelliğe de sahip olduğunu söyler. Bununla beraber Allah’ın kelâmı üzerine ezelde bir nehiy, haber ve emir şeklinde olmadığını dile getirir. Böyle olmadığını söylemesi ise Ehl-i Sünnet mensupları olan kelamcılardan oldukça yoğun eleştiriler altında kalmasına neden olur.