Ebû Bekr Verrâk, aslen bir Tirmizli olduğu bilinen bir zâttır. Ama daha çok da Belh üzerinde ikametini sürdürmüştür. Bir dönem boyunca hadîs rivayetlerinde bulunduğu bilinir. Ancak daha sonrasında o, müridliğe mani olduğu sebebiyle hadis rivayeti konusunu bırakmıştır. İlk döneme ait kaynaklar içerisinde bulunmayan bir bilgiye göre ise ünlü bir muhaddis olan Ebû îsâ et-Tirmizî’nin de dayısıdır. Bu devrin en önemli kabul edilen sûfîlerinden biri Ahmed b. Hadraveyh’in ve bilhassa da Hakîm et-Tirmizî’nin verdiği sohbetlerden yararlanmıştır.
Ebû Bekr Verrâk isimli bu âlimin görüştüğü bilinen başka sûfî isimler arasında el-Harrâz ile el-Cûzcânî de yer alır. Mâtürîdiyye Mezhebi’nin başlangıç olarak kabul gören dönemine ait olan es-Sevâdü’l-a’zam eserinin müellifi durumundaki es-Semerkandî de Verrâk’ın yetiştirmiş olduğu talebelerdendir. Ayrıca Verrâk, “Müeddibü’l-evliyâ” adıyla da anılmaktadır. Verrâk, Tirmiz üzerinde bulunduğu bir zaman vefat etmiştir.
Verrâk’ın Görüşleri
Verrâk’ın görüşleri, bazı kişilerin etkisinde oluşmaya başlamıştır. Bu noktada düşüncelerinin şekillenmesi noktasında velâyet üzerine fikirleri ile bilinen Hakîm et-Tirmizî isimli âlimin çok büyük etkisi olmuştur. Aslında onun, tıpkı şeyhinin olduğu gibi “Hakîm” şeklindeki sıfat ile ünlenmesinin nedeni de budur. Bu anlamda ilk döneme ait kaynaklar içerisinde Hakîm et-Tirmizî’ye ait tüm menkıbeler, Verrâk’tan nakledilmiştir. Bu noktada Verrâk, halkı tam üç ayrı gruba ayırır: Âlimler, emîrler, sûfîler (fakirler). Toplumun bu anlamda sağlıklı şekilde varlık sürdürmesinin asıl şartının ise her bir grubun sorumluluklarına göre davranması olduğunu ileri sürer. Bu gruplardan âlimlerin üstüne düşen sorumluluğunun ibadet, idarecilerin geçim ve sûfîlerin ise ahlâk ile ilgili olduğunu söyler.
Verrâk’ın görüşleri çerçevesinde âlim kişilerin bozulması, bu noktada şeriata olan bağlılığın da gevşemesine neden olur. Sûfî kişilerin bozulması, bu durumda halkın da ahlâk durumunun zayıflamasına ve idareci kişilerin bozulması ise geçim derdine neden oluşturmaktadır. Onun fikrine göre her kesim, her grup, kendi sorumluluklarına özen göstermelidir. Ayrıca birbirleri ile olan ilişkilerine de dikkat etmelidir. Aksi durumda ise toplumun dağılacak olması kaçınılmaz bir sondur. Ayrıca Verrâk’ın fikrine göre devlet adamlarının bu İslam âlimleri olan kişilerden uzaklaştıkça bozulacaklarını ve âlim kişilerin ise devlet adamları ile yakın oldukları zaman fesada uğrayacaklarını söyler. Buna ek olarak dervişlerin, itibar ve hürmet talep ettikçe de vaziyetlerinin kötüye gideceğini dile getirir. Verrâk ayrıca sûfî kişilere, ahlâk ile tasavvuf erbabı olanlar arasındaki ilişki konusunda bir görev yükler. Sûfîlerin sorumluluğu olan bu ahlâkın bir şekilde bozulması halinde ise fâsık olanların sâlihlere, kâfir olanların Müslümanlara ve zalim olanların âdillere galip geleceğini savunur.
Verrâk’ın Diğer Sûfîlerden Ayrılan Yönü
Verrâk’ın diğer sûfîlerden ayrılan yönü ise tasavvufî terbiye üzerinedir. Tasavvufî terbiyenin asıl yöntemlerinden biri sayılan seyahati, kendi müridleri için yasaklar. Bu yönü ile diğer sûfî kişilerden ayrılır. Verrâk’ın görüşüne göre müridler açısından üç tane âfet söz konusudur. Bu âfetlerden ilki seferdir. İkincisi de evlenmek olarak geçer ve üçüncü sıradaki ise hadîs yazmaktır. Verrâk büyük ihtimalle bu yaklaşımı nedeniyle halvete çok önem vermiş ve çevresindekilere de bunu önermiştir. Onun bu yaşamı tercih etmesinde ise yalnızlıktan haz alan bir tabiatının bulunmasının önemli rolü vardır.
Nitekim Verrâk, hayatı boyunca Hızır ile karşılaşma isteği taşımış ve neredeyse her gün tek başına bir şekilde kabristana gitmeyi bir âdet haline getirmiştir. Halvete ilgi göstermesinin asıl nedeni de insanlardan gelecek olan bir eziyetten kaçabilmek düşüncesi değil de insanlara sıkıntı oluşturmaktan sakınmak düşüncesidir.
Verrâk’ın Hikmet ve Marifet Üzerine Görüşleri
Verrâk’ın hikmet ve marifet üzerine görüşleri ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz… Hikmetin birinci alametinin susmak ve lazım olduğu kadar konuşmak olduğunu söyler. Mârifete erişmeyi dileyen kişinin ise ilk olarak nefsini, makam ve mevki hırsından arındırmasının lazım olduğunu savunur. Mârifet-yakin ilişkisi konusunda yine o da şeyhinin yaptığı gibi iman ile yakin ilişkisine dikkat çeker. Verrâk, Allah’ın varlığının akıl üzerinden değil de, kalbin bir dayanağı ve aynı zamanda bir nuru durumunda olan yakin ile ancak bilinebileceğini dile getirir. Çünkü kâmil iman, sadece yakin ile mümkün olur ve gerçekleşir.
Verrâk’ın Eserleri Hakkında
Verrâk’ın eserleri hakkında tasavvufî alana yöneldiği açıkça söylenebilir. O, semavî türde kitapların hepsini okumuştur. Ayrıca tasavvuf ilmine dair pek çok risâle yazmıştır. Bununla beraber divan sahibi olan bir şair olarak bilinir. Verrâk’ın kaleme aldığı bir eser şu adı taşımaktadır: Risâle fi’l-hikme ve’t-tasavvuf. Ayrıca eski kaynaklar içerisinde dile getirilmeyen “Kitâbü’l-‘Âlim ve’l-müte’allim” eseri de Verrâk’a nisbet edilir. Söz konusu bu eseri ise ilk kez Zâhid Kevserî isimli zât neşretmiştir. Onun ardından da Ali Abdülbâsıt Mezîd ile Rif’at Fevzî Abdülmuttalib eseri tahkik etmiş ve yayımlamıştır.